Yine yeniden bir şarkıya kafayı takmamla beraber soluğu blogumda alıyorum, merhaba merhaba..
Teze henüz doğru düzgün başlayamadım. Aslında düşündüm de müzik bende yazı yazmayı tetiklediğine göre (artık buna eminim), belki tez için gerekli olan o mucizevi, üst üste ama üst üste dinlemekten bıkmayacağım, bir yandan içimi Türkiye'nin sağlık politikası hakkında yazma heyecanıyla dolduracak olan şarkıyı bulmak. Misal, İsmail K'dan 'Allah cezanı versin!' (miydi böyle bişeydi) falan olabilir mi? Şaka. Seviyorum aslında tez konumu. Kulağa geldiği kadar sıkıcı değil, hatta ilginç bile. Hakkaten bak. Şimdi şöyle ki Türkiye 2003 ile beraber yeni bir reform paketi... Yine şaka. Tabii ki bunu yazmaya hiç niyetim yok. Sen sıkılıcaksın diye değil okuyucu hemen kendini bi' şey sanma, bununla ilgili yazacak olsam zaten oturur tezi yazardım diye (şu an aslında tastamam onu yapıyor olmam lazım ya neyse, geçelim).
Dinlediğim şarkı Model'den Değmesin Ellerimiz. Ben bilmezdim bu grubu, hatta radyoda ilk duyduğumda Özlem Tekin olduğuna emin bir şekilde, "aa ne zaman yeni albümü çıktı" gibi bir tepki vermiştim. Meğer Model diye bir grupcağızmış şarkıyı söyleyen. Diğer şarkılarına da göz attım ama onları çok tutmadım, aklımda kalmadı. Ama gel gör ki bu şarkıya taktım bu aralar, içimizdeki yaş almayan ergene selam olsun (: Öyle 'vauv!' bir şarkı değil. Yine de vokaldeki kızın sesinin duruluğundan mı, şarkıyı bir nebze konuşurcasına sade bir şekilde söylemesinden mi, ara ara duyulan akustik gitarından mı dersin artık, yakalamış bulundu beni. Sevmeyi de terk etmeyi de beceremedik diyor, orda bir takılıyorsun zaten, 'harbiden ya..' diyorsun.
İnsan neden (ya da ne zamanlarda) terk etmeyi de sevmeyi de beceremez acaba? Gerçi ikisini de yapmayı becerememek ayrı bir beceri, bunu da geçelim. Ama niye yani, ya seviyorsundur, yanında olmasını istiyorsundur, ya da istemiyosundur? Bitti. Ya da bitmedi mi?
Ne istediğini bilmek bu kadar zor mu?
Bal gibi biliyorsun ne istediğini içten içe sevgili okuyucu, numara yapma! Ama bilmek yetmiyor, kalbimizdekini konuşmayı giderek daha az becerebiliyoruz sanırım, bizim nesil. Belki de hayatımızı kendimizle doldurmaktan, kalbimize başkaca insanlar ve duygular kabul etmeye fırsat bulamadığımız içindir.
Oysa ben büyüdükçe tersi olacak sanırdım. Biz büyüdükçe kalbimiz de büyüyecek gibi hani.
Neyse. "Küçüğüm daha çok, küçüğüm o yüzden bütün saçmalamam" belki de.
Sonuç olarak, seviyosan aç konuş bence (:
ps. Yazıyı 2011'de taslak olarak yazıp kaydetmişim. 2018'de bir blogum olduğunu hatırlayınca göz atarken bu yazımı yarım bıraktığımı görünce tamamlayıp yayınladım. Yani 2011 başlıyor (o kısıma dokunmadım), ancak "zor mu?" kısmından sonrası 2018'den kopup geliyor (: Bunu da not düşmüş olayım kendime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder