7 Şubat 2011 Pazartesi

Elma-3 // Londra değil, bu sefer ben!

Şu an hakkaten ders çalışmam gerekiyor. 

Hatta dün anladığım kadarıyla bugün itibariyle Haziran’a kadar sürekli ders çalışmam gerekiyor, kendime bir hafta izin verebilirim bu dört ay zarfında ama o kadar. Her zamanki gibi kendime her hafta ne yapacağımı söylediğim bir 4-aylık-ideal-program çıkardım. Bu tip programlardan kendine çıkarmayan var mıdır acaba? Çıkarıp da uyan var mıdır acaba? Uymadığını görüp program yaratmaktan vazgeçen var mıdır acaba?.. Ben hiçbiri değilim. İnatla, ısrarla, ümitle program çıkarıyorum ve bundan garip bi haz alıyorum. Bu hayal etmekten vazgeçmemek midir acaba, ya da teoride ideal olanı kafada kurup “olsa ne müthiş olurdu ama!” diye düşünerek optimist davranmak mıdır hayata karşı? Teorileri pek sevmem oysa ki. ‘International Relations 201'de gördüklerim hariç. Realizm... İlk andan kalbimi çalmıştı itiraf etmeliyim ki. Hayatın acımasız olduğu gerçeğini Hobbes’tan ‘insan insanın kurdudur’ cümlesiyle duymak niye bu kadar hoşuma gitmişti acaba? O dersi aldığımdan itibaren, ne okuduğumu soranlara, programımın orijinal ismindeki (-Social and Political Sciences, -ne ne?) karışıklığın sağladığı kaostan da yararlanarak,  kısaca ‘Ay-ar’ (IR) demeye başlamıştım, son derece havalı. Şu an ise teorileri sevmiyorum. (‘Peki neyi seviyorsun?’ bu noktada sorulması gereken soru. Ama sorma sevgili okuyucu, sorma ağlarım.) Teori işleri kolaylarştırıyor evet, lakin gıcığıma giden kısım da bu. Yok efendim bazı değişkenleri yok sayıp, bazılarını sabit varsayıp, bazılarını da, hadi madem, ideal koşullarda varsaydıktan sonra birbirinden karışık nedenler-sonuçlar, ve hatta nedeni belirsiz olan sonuçlar, düğümünü zırt diye basite indirgemek bana hiç de ‘realist’ gelmiyor. Ama iyi ki de varlar, yoksa sınavlar çok zor olurdu kanımca. Zaten zorlar. Yani zor olacaklar büyük ihtimal, henüz sınava girmedim burada. Of, çalışmak lazım!
 
Bugünün programında bu yazı yoktu mesela. Özal’ın Türkiye ekonomisi üzerine etkileri hakkında yazdığım makaleyi bitirecektim. Anahatlarını çıkardım aslında (outline’ın Türkçesi neydi diye bi' beş dakika düşündüm bu arada, sonra da ‘anahat’ demeye karar verdim. Bu kötü bir işaret mi sence?), başlamak bitirmenin yarısıysa ‘yarısı gitti bileee oh’ diye olumlu yaklaşabilirim duruma, zira geriye kalan yarı beni biraz daha bekleyecek, bu yazıdan sonra da spora gitme planlarım var. İşte her şey böyle yarım kalıyor ya, çok kızıyorum bazen. O kadar küçük bi zaman dilimine, o kadar çok şey sığdırmaya çalışıyorum ki bu aralar. Sonuç tatminsizlik- ki bu bendenizin hiç alışık olduğu bir duygu değildi bu son zamanlara kadar. Of ne büyük cümle kurdum be! "Hayat boyu tatminsizlik yaşamadım!" Hehe, yok artık ((: Yani yaşadım da, hiçbir şeyi bu kadar yarım bırakmaya alışkın değilim desem daha doğru olacak. Londra’yı yarım geziyorum, Avrupa’ya yarım gidiyorum, makaleleri yarım okuyorum, geceleri yarım dışarı çıkıyorum, yarım sosyalleşiyorum, yarım asosyalleşiyorum, yarım çalışıyorum, teze yarım bakıyorum, yarım yarım yarım. He sonunda hepsinden yapıyor muyum az az da olsa? Evet.. Ama bu güzel bir şey mi? Tartışılır. Yorucu mu? Tartışılmaz, evet yorucu çünkü. Peki patlar mı bu düzen gün gelir? Bence patlar, ama umarım patlamaz. Patlatmayı göze alabileceğim her hangi bir alan yok çünkü. Pf.. Bütün bu yarım bırakma hikayesi Sabancı’da makaleler ağırlaşmaya başlayınca, derslerden bağımsız okuduğum kitapları yarım bırakmamla başladı bence.. O zaman da çok ağırıma gitmişti. Ama şimdi normal geliyor kitapları yarım okumak, içinden chapter seçmek falan. Belki eski alışkanlığımı geri kazanırsam, diğer işler de yoluna girer. Sanki girer ya, öyle geldi birden. Olumlama yapalım, totem yapalım, evrendeki tüm pozitif enerjiyi yollayalım filan felan cart curt :p

Hazır zıbıtmışken yazımın sonlarına doğruuu.. Efendim, Sevgililer Günü de geliyor. Yaşasın di mi? Burdaki restoranlar tee Christmas’tan beri (gerçekten!) ‘Valentine’s Day offer!’ şeklinde afişler asarak beni benden alıyorlar. Ama en çok hoşuma giden kısıııım, bu seneeee 14 Şubat’ıııın Pazartesi’ye denk geliyor olmasııı. Nihaha! Çıkın bakalım Pazartesi günü, ama dikkat geç saatlere kalmayın ertesi gün okul/iş erken başlıyor çünkü değil mi değil mi? Benimki de laf işte, iki gönül bir olunca 14 Şubat da Sevgilier Günü, 13 Şubat da, bilmem kaç Şubat da. İstediğiniz gibi kutlayın, kutlu olsun! (: Neyse dee. Ne demiştim yazının başında oraya dönelim: şu an hakkaten ders çalışmam gerekiyor!

Çauv!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder